19 Nisan 2010 Pazartesi

Manisa Deplase | Hedefe 4 Kala...

tarzanlar 1 - 2 Galatasarayım

Deplase hikayesi, geç vakte... telefonda kayıp zaten..!

Biraz geç olsada bişeyler karalayalım güzelim Manisa deplasmanı hakkında. Neden güzelim diyorum, misler gibi bir hava ve tattığım 2. deplasman galibiyeti olması sebebiyle tabii.

Gece arkadaşlarla çektiğimiz alkol ve bi trilyon kafayla Caddebostan'dan Avcılara gidişim ve Avcılar'da kayboluşumla başlayan bi hikaye var ortada. Arkadaşlarla sabahın ilk ışıklarıyla buluşma yerine gitmemiz ve yenilen taptaze simitleri es geçmeyelim.

Biraz bekledikten sonra çıkıyoruz yola. Bi otobüsün neredeyse tamamı UNI, hatta fazlayız ama kimse ayrılmak istemiyor gruptan. Olsun mutluyuz böyle. Gece uyumamanın verdiği bir mahmurluk var üzerimizde ama sohbet de tatlı hani. Dayanıyoruz biraz biraz, sonra kafa düşüyor ama dayanıyoruz. Feribotta güzel bi tost-çay şekli yapıp hafiften esen rüzgarın serinliğinde bikaç fotoğraf çekiniyoruz. Bursa maçındaki gibi bi olay patlak vermiyor çok şükür:)

Balıkesir'e geldiğimizde şehir merkezine geçiyoruz. bjk basket maçını izleyip, bişeyler yiyoruz Aslan Cafe'de. Çok hoş bir mekan hazırlamış, Balıkesirli Aslanlar. Nevizade havasını alıyorsunuz mekanda. Biraz şehir turu atıyoruz 3-5 arkadaşla, idda oynayıp dönüyoruz mekana. Aynı insanları 2-3 defa görebileceğiniz bi şehirdeyiz. Görüyoruz... İstanbullu bi çocuğun, gurbette Türk görmüş gibi yamacımıza yanaşmasıda güldürüyor bizi:) Tam yola koyulacakken bizim "Yavuz"la karşılaşıyorum. O da neyin nesi? Bu adam az önce sakallı değil miydi? Şok geçiriyorum. O kadar boşuz ki gitmiş traş olmuş, bayram ziyareti sanki. Tertemiz çocuk olmuş, nurpak olmuş, ehuehue.

Manisa'ya yaklaşırken su stoğumuz tükeniyor. Tam 27 derece sıcak var, kavrulmak üzereyiz. Polis çevirmeyi, petrol istasyonunun yanında yapınca iyi para kazandırıyoruz istasyona. Stada geldiğimizde maça 2 saat var. Bi köfte ekmek yiyelim derken, o kadar emek ettiğimiz pankartı otobüste unuttuğumuz aklımıza geliyor. Otobüsleri DSİ bahçesine çektiren polis, izin vermiyor girmemize. "Allah kahretsin, nasıl unuturuz! O kadar emek ettik" diye kendi kendime snirleniyormuş numarasını yiyen amcamız, dayanamıyor. Alıyoruz pankartı.

Köfteleri yeyip, stada giriyoruz. Maça daha 1 saat varken, 3500 kişilik(sanırım) stadta 5000 kişi var bile. Minnacık pankartı zar zor asıyoruz o kalabalıkta ve yine zar zor arkadaşların yanına çıkıyoruz. Dışarda karaborsacı tarzanlardan biri reise bilet lazım mı diye sormuş söylentileri dönüyor. Ey güzel memleketimin, çakallık yapmaya çalışan saf insanları:) Boğuluyoruz tribünde... Bu ne sıcak Yarabbi!!

Daha ilk andan tribünün hali belli ediyor kendini. Biz İstanbullular dışında bağıran olmayacak pek beli. Bağıranlarda bi senkron sorunu yaşıyor maç boyunca. Deliriyoruz. O kadar sıcak varki, nefesim kesiliyor. İlk defa tribünde üstümü çıkaracaktım ama utandım. Öyle devam ettirdik. Arda'nın tribüne gelmeme olayına hiçbişey demiyorum. Şımarıklıktan başka bişey değil. Kendi kaybeder.

Defans hattında ki sağ-sol bek sıkıntımız devam ediyor. Elano kredisini tüketiyor yavaş yavaş. Topal hakkında söyleyecek bişey bulamıyorum! Maskeden dolayı top kaydı sanırım:) İleri uçta ise hakikatten iyidik ancak şanssızdık. Baros bu takımın en önemli adamı, birkez daha anladık... Dos Santos'da gayet verimli olmaya başladı, kalması iyi olabilir dedikten sonra, stadtan çıkıyoruz ve dönüş yoluna koyuluyoruz.

Yeni 2 tane fıstık gibi besteye sahibiz... Coşuyoruz da coşuyoruz. Laylay lom'la da iyice gaza geliyor otobüs. Gülmekten ve eğlenmekten yarılıyoruz. Mutluyuz ne de olsa, almışız 3 puanı. Umutlanıyorum bende, tribün kardeşilerimde ki konsantrasyon havasını görünce... Pusat kardeşimize yaptığımız tezahüratla da geyiğin dibine vurarak Yalova yakınlarına geliyoruz. Köfte sürprizi haberi geliyorr. Sabırsızlıkla Köfteci Yusuf'a varıyoruz. "Ohannesköfte, süper lan" diyerekten indiriyoruz mideye ne var ne yok:D Üstüne feribotta da bi çay çekiyoruz. Bizden güzeli yok. Bütün yorgunluğu atıyoruz. Kartal'da iniyorum. E-5'ten geldik evet,ne güzel:)

Bi süre yürüdükten sonra "mınıskim telefon yok", diye eve koşuyorum. Zaten mevzusuz, turistik gezi gibi deplasman oldu, bide bu acıya dayanamam ben! Hemen Bcg'ye ulaşıyorum ama ne faide, otobüs boş İstanbul yollarında Bakırköy'e gitmiş, herkesi indirmiş bile o kadar sürede. Ulan pankartı unutmamdan belliydi bi boklar becereceğim. "Acaba telefon otobüste mi düşmüştü ki?" sorularıyla dalıyorum uykuya...

He telefon mu noldu? Ertesi gün Recep abiyle buluştum Karagümrükte. Evet.Otobüs şoförümüz! Recep Abim benim be, ehehe:)

Hiç yorum yok: