Türk futbolunun ve Türk insanının en büyük sorunlarından biri hemen sıkılmak, hemen vazgeçmek ve hemen yermektir heralde. Daha iyilerini istemekte haklıdır insanoğlu ama olanla yetinmesini bilmezsen daha iyisine hiçbirzaman kavuşamazsın... Hep üzülürsün ve hep pişman olursun. Kader yüzüne gülene kadar da ağlanır durursun.
Aslında konunun başı "taaa" Mondragon'un gönderilmesine kadar dayanıyor. Galatasaray'a gelmiş ve geçen süreçte hakikatli bir Galatasaraylı olan yegane isimlerden biridir "Ferit Ali". Ne kadar sevmiştik oysa, ne kadar sevdirmişti kendini. Giderken yaptığı basın toplantısında hem kendi ağlamış, hemde bizleri ağlatmıştı. O bizim Mondimizdi. Açıkça belirteyim; hernekadar Taffarel'den iyi olmasa da daha çok sevmiştim Mondi'yi...
Yerlilerle devam kararı alındı. Ama unutuldu ki biz Türküz. Adamın canını boğazından getiririz. Eleştiririz, küçümseriz, belden aşağıya vururuz. Tabi fbli medyanın etkisinde kalan Galatasaraylıların etkisi de çok büyüktür bunda. Delinin biri taşı atar kuyuya, çıkar çıkarabilirsen. Sokak "jargonuyla", yazık ederiz adama.
Sevilla'dan kaleci getiririz. İtalya milli takımında Buffon'un yedeğidir o kaleci. Sevilla'da Palop gibi penaltı canavarı bir kalecinin yedeği olmaktan da kurtulamaz ama ona güvenilmiştir oralarda. Aldığımız gibi başlarız, bu adam hep 2.plandaydı büyük hata yaptık. Elimizde satın alma opsiyonu olmasına rağmen göndeririz. Aile babası suratlı bu sevimsiz herif(!), ne de cana yakın gelmiştir bize oysa ki.
Ankara deplasmanında, maç öncesi ısınma hareketleri sırasında belki 15 defa tribüne çağırmışızdır ve hepsinde de tribüne gelip oley çektirmiştir bu sevimsiz İtalyan. Rakip oyuncuya el ense çekecek kadar samimidir. Ne de olsa İtalyan, Türke benzer değil mi? Ama bizim kanımızda, değer bilmemek gibi muhteşem(!) bir özellik var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder